bugün

sevdiği entry'ler

ilkokuldaki öğretmenler odasının gizemi

gizem alagöz.. 39 yaşında, tarih öğretmeni.. hasah hashh ahsha hasan sabbah.. evet hasan sabbah'ı gülme efekti olarak kullandım.. oldu mu, bence oldu.. bazıları ''neden?'' der, ben ''neden olmasın ;)'' derim.. ayrıca bazıları ''sarımsak'' der, ben ''sarmısak ;)'' derim.. ve de bazıları ''göz kırpıp durma sikicem kafatasını ha..'' der, ben ''abi aybediyosun ben ağzımı bozdum mu bozmadım..'' derim.. yaşam felsefesi meselesi bi yerde..

harry potter ve sırlar odası ne lan? ''ali kemal ve öğretmenler odası''nın gizeminin yanında ''harry potter ve sırlar odası''nın gizemi nedir ki? yolu bir şekilde öğretmenler odasına düşen küçüğün yaşadığı travma, yüzü gözü belli olmayan bir lavuğa değnek sallayan dörtgöz harry'ninkinden çok daha fazladır benim gözümde.. yemin ediyorum bak o çocuk bir anda büyür.. bir anda hayatın bazı gerçekleri yakalar yakasından, iki saniye önce hayatını mıstık olarak sürdüren herif birden mustafa sarıoğlu (9)'a döner.. ajitasyon yapmıyorum durum gerçekten bu..

zaten ilkokuldasın, her dersine gelen, anandan babandan fazla gördüğün öğretmenini bir nevi tanrı mertebesine yükseltmişin.. ''çocuklar yarın okul gezisi olarak cezayir'e yüzeceğiz, sabah dokuzda şile'den bırakın kendinizi ben sizi orda bulacağım..'' dese ikiletmeyecek kadar güvendiğin adamı/kadını gömleğinde simit susamları çay içerken, gazete okurken, başka sınıfın tanrılarıyla dedikodu yaparken görmek apıştırır adamı..

ben bi kere harita almak için mi ne girmiştim o günden beri kendime gelemedim, eğitime inancımı yitirdim.. zaten roger waters'ın da the wall'u 4-a'nın hocasının gözlüğünü öğretmenler odasına bırakmasını istemesinden sonra yazdığı bilinir..

ama hiç giremeyenler içinse de bir muamma olarak kalır öğretmenler odası.. kapılar hep kapalı falan.. içeride ne yapar öğretmenler toplanıp? oyun mu oynuyorlar, televizyon mu izliyorlar, kola kutusu ezip gol atan kaleye mi çeviriyorlar? bu sorunun cevabını alamadan tahsillerini bitiren nice genç var..

ben cevap vereyim size, erkek hocalar uyuyor, kadın hocalar uyuyan erkek hocaları çekiştiriyor.. bu kadar..

bazen cehalet en büyük erdemdir..

yandaki kişi birine yer verince yaşanan mahçubiyet

''ve huzurlarınızda dünyanın 50 karaktere en zor sığdırılan başlığı, alkışlarla ödülünü almak için sahneye geliyor!.. yandaki kişi birine yer verince yaşanan mahçubiyet başlığının bu onur, evet.. çok zorlu bir süreçten geçti, ne demek istediğini çoğu kişi anlamadı ama o yine de o inandı, buralara kadar geldi, kendinden kıstı ve 50 karaktere sığdı.. bir azim mücadelesi.. ödülünü vermek üzere templar ve zall'ı sahneye devam edi.. laan!.. kalksana adminin üzerinden hayvan herif!.. iyice niyeti bozdunuz.. oha en altta da başlığın yaratıcısı ninja'yı görüyorum seyirciler.. kılıcını harakiri için kaldırdı.. gözyaşları sel olmuş durumda.. ''

evet böyle şeyler de yaşadım bu entryi yazarken.. fedakarlık yaptım.. olsun..

tanım is; bir toplu taşıma aracında herhangi bir sebeple sizin yer vermediğiniz insana, yanınızdakinin yer vermesi ve bu durumun sizi içine düşürdüğü mahçubiyet, ikilemler, rahatsızlık..

bir otobüste olduğunuzu düşünün.. zaten 'genç' olmanız, hatta sadece 'yaşlı' olmamanız sizi geriye düşürmüş gözlerde.. 15-30 yaş arası olarak sizden, bırak yer vermeyi falan, koltuklar arasında yer kaplamanız bile batıyor, şoföre paranızı uzatıp, araçtan inmeniz ve gideceğiniz yere kadar aracın peşinden koşmanız beklenmekte..
bir de yaşı geçkince bir amca/teyze/sanat güneşimiz zeki müren, var ortamda.. onlar da yeri geldiğinde sizi falan bırak şoförden bile yer isteyebilecek hakta görüyorlar kendilerini.. görürler görürler..
siz ise hasbelkader bir yere çökmüşsünüz, ya yorgunluğunuzdan, ya prensipleriniz gereği ya da sadece görmediğinizden belki, yer vermemişsiniz ona.. ve yanınızdaki diğer genç bu duruma daha fazla kayıtsız kalamıyor ve ''gel teyzeciğim, buyur..'' diyerek kalkıyor yerinden..
oof off..
şimdi o demin yer vermediğiniz teyzeyle kıçkıçasınız.. o zaten sizi can düşmanı olarak görmekte, siz onun hakkına kastettiniz.. kötü kötü bakıyor, sadece o baksa yine iyi, yanınızdaki herifin yaptığı kolpa kahramanlık bütün otobüsü etkiledi, herkes sizi ayıplıyor, muavin bile alt çenesini hafifçe öne çıkartarak size doğru nasıl bir şiddet uygulasa, onu düşünüyor.. öyle de şimşekleri üzerinize çektiniz işte..
bu noktadan itibaren başkasına kalkıp yer verseniz de ayrı gerilim.. herkes sizin bir önceki gence özendiğinizi, ayıbınızı anladığınızı zannedecek ama çok geç olmuş olacak..
yer verdiğiniz amca bile ''demin aklın nerdeydi, akılsız?..'' diyecek ve sizin, ''amcacığım oksimoron içindesin, madem akılsızım aklımın bir yere gitmesi gibi bir şey söz konusu değil ki.. hani akl.. ahhh, vurma amcam..'' şekli ağlamanıza zerre prim vermeyecek.. bir yandan muavin 5 kuruşları falan atıyor size, çok fena..
çok fenadır, çok..

''bana bu şansı.. ühühü.. verdikleri için önce moderasyona.. hıııııkkkç.. ve beni zor dakilarda yalnız bırakmayan başlığıma teşekkürü.. ühü.. bir borç bilirim.. kuliste bana rızam olmadan bir takım burada bahsetmek istemeyeceğim hal ve tutumlar içerisine giren, hareketler yapan admin zall ve templar'a ise allah'larından bulsunlar diyorum.. hong kong'dan dayım gelecek yarın klanıyla, skerticem olm sizi.. nunçaka delisi olacaksınız.. ühü..''

kavga ayrıldıktan sonra gaza gelen adamlar

mensubu olduğum topluluk. yok lan sadece dayak yiyen yazarı ve eniştesini ilgilendirecek derecede subjektif oldu bu.
http://www.kavgaayrilincacosanlar.edu.tr adresine sahip web sitesi olan topluluk.

sene 2005. hava sıcak, hava bungun. zemin kavga etmeye müsait. kavga için adamlar ve nınçakular yerlerini almış pozisyonda. enfesler enfesi, nefisler nefisi bir dayak yedim o gün. ve o kavgadan beri, 3 yıldır resmi bir kavgada dayak yüzü görmüşlüğüm yok. sadece kisiselbirileti ile yaptığım dostluk kavgasında, burnuma doyurucu bir yumruk yemiştim.

neyse efendim, o gün dayak yiyorum, yedikçe içime kapanıyorum, fiziksel olarak çöküntünün yanında duygusal olarak bir hezimet de var. dayak sırasında savaşın ne kadar hoyratça bir şey olduğunu düşünüyor, bir yandan da "ben buna dayanamıyorken insanların üstüne bombalar yağıyor mınaki" diyorum. tekmeleri yedikçe içimdeki adile naşit merhameti, yumrukları yedikçe erol evgin anlayışı ortaya çıkıyor. neyse gözlükler lens oldu o gün. yavşak esnaf 3 dakikadır dayak yerken ayırmadı, hatta üstüne tempo tuttu, meşaleler falan yaktılar, konvoylar oluşturup kenti dolaştılar.

neden sonra ayırdılar (dayakta muzaffer izgü tandansı). o an beni görmeliydiniz dostlarım. sanki sabahtan beri dayağın hasını yiyen ben değilmişim gibi, sanki ağzı burnu yamulan ben değilmişim gibi, tehditler savuruyor, "olm 1 saat içinde kenti terkedin"ler mi dersiniz, "öldürün beni yoksa çok analar ağlayacak"lar mı dersiniz, işaret parmağımla boğazımdan kesik almalar mı, hepsini icra ediyordum.

bilgilerinize arz ederim.

iyi çalışmalar.

haftanın kitabı: ökkeş tatilde.

marketten bir şey almadığını ispatlama gerginliği

+ bakkal bey, şimdi bu x'i denklemin diğer tarafına atıp, yumiyumun da ikinci dereceden integralini alıp, birinci dereceden akrabasına dövdürürs...
- gidiş yolun doğru ama cebindeki eti pufu çıkarırsan sevinirim.
+ hangi eti puf?
- hehe kaçın kurasıyız olm biz. 93 kupa galipleri kupası 2. tur kurasıyız.
+ risk budur.
- geçtin. hadi iyi günler.
- ver elini öpeyim.

bahsetmek istediğim, "hırsız ve şer yuvası adamları yakalama öttürgeci" olmayan bir markete girip (zira bu alet olan süpermarketlerde gururla çıkarım, başım dik, alnım açık) aradığım şeyi bulamayıp, bir şey almadığını ispatlamak için çeşitli şekillere girerim. ceplerimi dışarıya çıkarırım, çantamı açar bakkalın gözüne gözüne sokarım. hala aksi bakkal şüpheleniyorsa, kolombiyalı uyuşturucu satıcısı olmadığımı da ispatlamak için organik zulamı açar "aha baba, buyur buraya da bak derim". o derece gözüm karadır.

bazen bu ispatlama çabam o kadar önemli olur ki, annemle babam sanki bakkalın dışında, öss'ye girmiş çocuklarıymışım da beni bekliyorlarmış hissiyatına kapılırım.

+ bey başarabilecek mi bu sefer?
- bilemiyorum hanım. belki ufak bir şüphe uyandırır.
+ bakkalın tanıdık olması oğluşumuz adına bir avantaj.
/ babaaaa, başardım. oldu. ispatladım bir şey almadığımı.
- yine başardı. hay deli oğlan.

böyle büyürdü her düş

büyümenin hikayesi.

ilkokul dördüncü sınıftayım. hani, hala futbolcuların gol sevinçlerini mahalle maçlarında taklit ettiğimiz dönemler. misal bir gol sonrasında caniggia'yla maradona'nın dudaktan dudağa öpüştüğü sene mahallede ne yiyiş dönmüştü be. yeter ki gol olmayagörsün; golü atanı atmayanı, rakip takımdan olanı aynı takımdan olanı, kalecisi forveti, istisnasız herkes gol sonrası bir anda yiyişmeye başlıyordu. kim daha çok gol yerse, maçı o kazanıyordu. öyleydi bizim kurallar. ayrıca atılan gol sonrası kasap, manava "senin kavunlar da tazeye benziyor. bi koklamak lazım ;)" gibi imalarda, göndermelerde bulunuyor; pattiz suğan satan amca bir köşecikte triportörünü sikiyor; köşedeki mandıranın sahibi suat abi, kendinden geçmiş bir halde bir yandan başından aşağı çökelek dökerken bir yandan striptiz yapıyordu. sapkın bir mahalleydik. (ulan taşak bi tarafa, mahalleye yeni taşındığımız vakitler peder elimden tutup evin karşısındaki bakkala götürmüştü. yanımda adama "şermin bey, şermin bey" deyip duruyor. ufağız, evin yerini şaşırdık günün birinde; bakkala sorayım niyetiyle girip "şermin amca bizim ev nerdeydi?" dedimdi. dükkandan tekmelenmek suretiyle siktir edilişimin sebebini bilahare anlayacaktım: herifin karısının adı şermin'miş. ulan bizim peder de nerden duyduysa... iyi katil olmamış şermin pezevengi. hadisenin 20 sene sonrasında karaladığım şu satırları, ta o günden selam duran mahallenin baş sapkını peder beye ithaf edelim heheh)

ilkokul dördüncü sınıftayım ve dersaneye gidiyorum. tabii bizim zamanımızda anadolu liselerine giriş sınavı ilkokuldan sonra yapılıyordu, ondan gidiyoruz dersaneye. yoksa anamın "bu çocuk galiba gerizekalı. 10 yaşına geldi, hala okuma yazma bilmiyor, hala gazetelerin resimlerine bakıyor" demesinin buna pek etkisi olduğunu sanmıyorum. ula peder almış getirmişse tan gazetesi'ni ben nabim? (fena sıçtık bu arada pederin ağzına ha)

yılın son iki ayında, dersanenin tüm sınıflarındaki başarılı öğrencilerden müteşekkil bir hafta sonu grubu oluşturulmuştu. bu özel gruba ilk teşrif ettiğim gün, servisi kaçırmam sebebiyle derse biraz geç kaldım. kapıyı çalıp içeri girişimle çağla'yı görmem bir oldu, hala hatırlarım: uzun boyluydu, saçları kumral ve küt kesilmişti; üzerinde mavi bir kot ve kırmızı bir hırka vardı; bacak bacak üstüne atmış, güzel kızdı. bense enteresan gömlek aşkımın o günlerden kalma olduğunu ispatlıyormuşum meğerse: altın sarısı ve kahverengi desenli gömlek de neyin nesi amına koyim? 10 yaşındasın be... aslında gömleğin kendi başına belki bir tarzın parçası olarak kabul edilebilirliği olsa bile; onun altına giydiğim, tamamen annemin işgüzarlığı olan gül kurusu rengindeki pantolonum, sanıyorum ki bir erkek çocuğuna yapılabilecek en büyük haksızlıktır. 15 yaşına kadar bu kadın yaptı benim alışverişimi birader, düşün artık yaşadığım travmayı. sonraları öğrenecektim, ben kapıdan girer girmez "tam benim tipim bu çocuk" diye bir laf etmiş yanındakilere. nasıl da yaşımızdan ziyadesiyle büyük davranıyormuşuz... (bizim peder ibneymiş, totoşmuş. iki paragraftır herifi yiyip bitiriyoruz, bu paragrafta da eksik kalmayalım dedim.)

ilkokuldaki aşk meşk mevzuları bellidir; ya teneffüste dansa davet oynarken ayarı verirsin kıza, ya araya birilerini sokarsın, konuştururlar, seni seviyorum-ben de seni (siktirin be), oldu bitti. çağla'yla da bu şekil olmuştu. gel gör ki ben yavrum saf, çeyrek aklımla fena halde kaptırmıştım kıza. üstüne bir de dersanedeki son günümüzde bir daha nasıl görüşeceğimizi doğru düzgün müzakere etmeden servislere dağılıp evlere siktir olmuştuk.

resmen divaneye bağladık iyi mi? evin içinde ölü palamut gibi gezmeler, paso depresif bir hal, ulan şarkı yazdığımı biliyorum be. "bak lan şarkı yazdım çağla'ya, dinle bak: rımmmmm... dırınırımm... dırınır... dinle bak, dinliyon mu? dırınırrım, dırınırım..." şeklinde gözyaşımla süslediğim musiki icrama 7 yaşındaki amcaoğlumdan ağır dereceden kahkahayla karşılık alınca bir hayalkırıklığına uğramadım değil tabii. ayrıca kendisi beni, arabesk-fantezi dalında yılın en hızlı çıkış yapan eşşoğlueşşeği ödülüne de layık gördü.

o vakitler abimle ranzada yatıyoruz. o abim ki ergenliğe yeni girizlemiş, her gece 31, her gece horozu boğmaca. ve sayesinde her gece mevzumuz belli:

- abi! abü! sallama şu yatağı yaa
- hınfhınf... ınnh... hınfınh... hınnhh...
- abü!
- hı? ha? ne var? siktir yat uyu enis sen daha uyumadın mı?
- ya sallama yatağı ya. anneeeee, abim yataa sallıyo!
- ulan it...
- haluk! niye söküyorsun yavrum kardeşinin pankreasını?

bu çağla mevzusundan sonra işler tersoya döndü tabii. her gece zırıl zırıl ağlıyorum ve ağzımdan çıkanlar "çağlaaaaaaıaaa. ühüüühüü... çağılaaaaıaa...", bunlardan ibaret. babam "ulan 10 yaşında hamile kalan ilk erkek çocuğu benim oğlum. hay senin allah belanızı versin bee" diyerek önüme çuval çuval çağla döküyor.

abi yüreği demek ki, dayanamadı, "gel götürücem ben seni çağla'ya" dedi bir gün. dersanede velilerin irtibat halinde olmasını sağlamak için verdikleri, öğrencilerin telefon numaraları ve adreslerinin yazılı olduğu kağıdı valideden çaldı; beni çağla'ya götürecek. bir güzel giyindim (ne güzeli ne güzeli? ön tarafında bir filin yüzü, arkasında aynı filin götü olan açık mavi bir tişört, altımda türbe yeşili bir pantul. hepsine bi yere kadar eyvallah da, ayağımdaki hastabakıcı terliği neden anne?), biraderin elinden tuttum, aynen çağla'nın evinin oraya. çok uzak bi mesafe değildi ama otobüsle gitmiştik. 1975'te macaristan'dan ithal ettiğimiz ikarus marka otobüsle şehiriçinde 200 basan şoförüyle (şoförün aynasının yanında "şoför tehlikeli ve yasaktır" yazıyordu. geçtim adamla konuşmayı, herifin kendisi bizzat tehlikeli ve yasaktı), abimle tek koltuğa oturmuş olmamıza rağmen önümüzde dikilip "hehheh. aslanlarım benim şimdi bana yer verirsiniz siz. aslan bunlar aslan! heheyt! aslanlarım benim. heh heh. heh. hadi bakalım." sözlerini sevinç dolu bir yüz ifadesiyle zikrettikten sonra yüz ifadesini zerre değiştirmeden arkalara doğru süzülen asker emeklisi sıfatlı sabunluğuyla manyaklarla dolu bir otobüstü bu da.

çağla'nın evini bulduktan sonra civarda 2 saat kadar takıldık. bilahare evin kapısında çağla'yı gördükten sonra sevinçle yanına koştum, gözleri parladı. 3-4 saat parkta oturduk; ben 10 senelik ömrümün en mutlu anlarını yaşarken, abimse hemen 50 metre ötede o mahallenin belalılarına yeni öğrendiği taekwondo hareketlerini sergileme gafletine düşünce 14 senelik ömrünün en nadide dayağını yiyormuş.

o gün, evimizde herkes usluydu.(peder hariç)

***

üniversitedeki beşinci senemdeydim. hayatımın aşkı olduğunu sandığım kadınla ayrılalı henüz çok zaman geçmemiş; onun bunun üstünde tepinme meşguliyetlerindeyiz. benimle birlikte bir arkadaşım da kendine özgü sebeplerden depresyona girmiş, kendini eve kapatmış. ben vukuatın ilk şokunu atlattığım için hayata dönmüşüm ama bizim pezevenkte tık yok.

şu hadiseye de değinmeden geçmeyelim: karı kız mevzularında son derece başarısız olan bu kardeşime vaktiyle ramazan ayındayken, beğendiği hatunlardan biri derste kağıda bir şeyler yazıp buna uzatmıştı. heyecandan götü teslim edecekken kağıtta yazan "sabah dişlerimi fırçaladım. orucum bozulmuş mudur?" cümleleriyle karşılaşması kendisini oracıkta fenafillaha ulaştırmıştı. karı, arkadaşımın saçlı sakallı halini görünce dindar bir şahsiyet olarak mı algıladı bilemem ama herifin verdiği cevap, tarih boyunca islamiyet üzerine yazılmış bütün kitapları yeniden sorgulamamıza sebebiyet vermişti: "diş macunu kullanmadığımız müddetçe orucumuz bozulmaz". ulan üsluba bak, sanki bana fetva yayınlıyor, mektubat yazıyor eşşoğlueşşek.

bir gece toparlansın, biraz dağıtalım hesabı plan yaptık arkadaşlarla, aradım:

- alov? nabıyon lan kavanozdaki adam? akıakıakı.
- napim abi yatıyorum ya.
- ulan akşamın 7'sinde ne uykusu bu sığır? 7 a.m'de ne uykusu olm bu? a.m mi, p.m mi hep karıştırıyom bunları da.
- p.m abi.
- sus, bağa cevap verme. akşam çok acayip işler olucak kardeşim. çok acayip içki olayları var. seni de bekliyoruz.
- abi ben gelmeyim, çıkasım yok.
- asıl sürprizi duymadın lan. arda okuldan iki tane de karı çağrıyormuş.
- geliyorum abi.
- hehehe, yılan seni. 9 a.m'de arda'da oluyüsün.
- p.m abi.
- anayın amı anayın.

akşam toplandık, yavaştan demlenmeye geçerken kapı çaldı. biz iki kız beklerken, istanbul'dan gelen misafirlerini de kapıp getirmişler. yalnız kızı görmen lazım biraderovski. hani, kızların istanbul'dan gelen misafiri değil de, kuğulu park'tan çalıp getirdikleri kuğu dersin, o kadar söylüyorum. çerkesmiş üstelik, çerkeslere zaafım da malum...

bütün gece karı anlattı, ben dinledim; bi ara sazı elime alayım dedim, sıçtım. fakat allah seni inandırsın, kıza dair zerre kötü niyet yok içimde. lan öyle temiz bi sıfatı var ki, adamın nefsi uyanmıyor be. ha "verse sikerim" o ayrı heheh. gece boyunca zaten el temasından başka da yakınlaşmamız olmadı.(pandiklemedik lan karıyı, öyle koltukta el ele tutuşmaca bebe gibi).

diğer karılardan da iş çıkmayınca yatakta arkadaşımla beraber yatmak zorunda kaldım. yalnız, gece bir rüya gördüm, inanaman. rüya anlatmaktan da dinlemekten de iğrensem de, bunu belirtmem lazım abi. güya eski karım (rüya müya. rüya da olsa öyle karıyı boşayan akl-u hikmetimi sikeyim) ve onunla beraber 6 tane afet-i devran karıyla aynı evde takılıyoruz. ama hissediyorum yani, çok acayip işler olacak. bakalım neler olacak diye beklerken bi anda evi bok basıyor. yerler, duvarlar, her yer lağım suyu, bok, püsür... leş gibi de kokuyor. lan bir uyandım, yanımdaki arkadaş ver etmiş babam osuruğun gözüne, cayır cayır... herif nasıl bir osurduysa resmen rüyanın seyrini değiştirdi amına koyim.

neyse abi, uyandık, kahvaltı mahvaltı muhabbetleri tabii. telefonlar alındı karşılıklı, iki gün sonra aşti'den ufak bir öpücükle uğurladık.

ulan bir anda yıllar evveline döndüm. her şey, tam olarak 15 sene önceki gibi. yani abim hala ranzada otuzbir çekiyor. heheh saçmalamayın. tüm hissettiklerim aynı; 15 sene evvel çağla'yı arayan çocuk gibiyim. "ulan" diyorum kendime, "kalk git. tıpkı 15 sene önceki gibi kazanacaksın."

bir gece aniden janti façayla; yanıma sadece telefonumu, çakmağımı ve cüzdanımı alarak yola çıktım istanbul'a. varır varmaz öğle vakti aradım, akşama doğru buluşmak üzere sözleştik.

yine güzeldi, kuğu gibi. o anlattı, ben dinledim; ta ki hasbelkader, inceden utanarak, erkek arkadaşından bahsedip kulaklarımı ateşle tıkayana dek. başka arkadaşlarla da görüşeceğimi söyleyip apar topar siktir ettim karıyı, sonra ne o aradı, ne ben.

hayalkırıklığı büyüktü tamam; her ne kadar hissettiklerime aşk demek mümkün olmasa da, hem kabuğum bir cılız tokatla çatlamayacak kadar sertleşmişse de, bir soru aklımı kurcalayıp duruyordu: aşk denen o güzel kız çocuğu bu kadar çirkef, bu kadar kirli ve bu kadar çirkin mi büyüyecekti?

***

önceleri bir düştü aşk, gülümserdik uyurken;
sonra bir düştü aşk, dudağından kaldırdık kahpelerin.

önceleri bir düştün güzel kız, ağlayarak uyandım;
sonra bir düştün gözümden, şimdi kupkuru gözlerim.

önceleri bir düştüm, hayat bana imrendi;
sonra bir düştüm, anladım: böyle büyürdü her düş...

kulaktan kulağa yayılan hikayedeki değişim

anlatılan bir olayın kulaktan kulağa, kişiden kişiye geçerken uğradığı değişimdir. tanım bu, yanlış anlamayın. bazen ilk anlatılan hikaye döne dolaşa ilk anlatılanın kulağına gelir ama ilk anlatanın anlattığıyla zerre kadar alakası kalmamıştır ve ilk anlatan bunun kendi anlattığı hikaye olduğunu anlayamaz bile.

ilk duyulan hikaye;

x - baba bizim üniversitede bir hoca sınavda sormuş..''risk nedir?'' öğrencinin biride sınav kağıdına yazmış..''risk budur'' o kadar. kağıda başka bişey yazmamış. hoca öğrenciye 100 vermiş.
y - hadi be! olaya bak.

sonra hikayeyi dinleyen şahıs hikayeyi başka birine anlatır:

y - olum bizim üniversitede hocanın biri sormuş. ''risk nedir?'' öğrencilerden biride cevap kağıdına yazmış..''riskin mına koyim sana bişi olmasın'' hoca çocuğa 100 vermiş.
z- yuhhh lan!

ordanda başka birine:

z - hoca demiş ki risk nedir? çocukta kalmış ayağa hocaya bi nah çekmiş ve al sana risk.. risk budur demiş. çocuk sınavdan 100 almış ama okuldan atılmış. şimdi kaportacılık yapıyomuş..
k- vay mına koyim yaa!

aynı sirkülasyonla devam eder hikaye:

k- hoca çocuğa demiş ''risk nedir?'' çocukta kalkmış ayağa indirmiş donu. cukkayı götermiş hocaya ve demiş ki ''risk budur''. hocada çocuğa onun her yeri risk olsa ne olur lan. o kimse için risk teşkil etmez, merak etme sen demiş. sonrasında çocuk depresyona girip intihar etmiş.
t - ohaaa!

.

t - hoca demiş ki ''risk nedir?'' çocukta kalkmış ayağa, donu indirip domalmış ve demiş ki ''risk budur? bu riski alıyorum. çakmak isteyen gelip çaksın''..sonrasında hoca ile çocuk hollanda'ya gidip orda eşcinsel evliliği yapmışlar. çocuğa tubitak'tan çalışma teklifi gelmiş ama çocuk kabul etmemiş. hollanda 'da yaşıyolarmış şimdi.
x- hasiktir lan. olaya bak. bende sana bi hikaye anlatıcaktım ama bunun yanında tırıs kaldı bendeki.
t- neydi lan senin ki merak ettim anlatsana.
x - hoca sormuş risk nedir. çocukta kağıda risk budur yazmış 100 almış.
t - ee?? sonra ne olmuş?
x - sonrası yok olum. bu kadar olay.
t - e bumu yani olay. neresi olay olum bunun. hayret bişi ya.

işte bu şekilde değişir gider olaylar, hikayeler, anılar, yaşananlar ve yaşatılanlar. bu yüzden nerde yaşanıyor ve yaşatılıyorsa..

iş kadınlarındaki mailing yapma çılgınlığı

aha beni de ele geçirmiş iblisler.. mailing yapmak ne lan! olm kurtarın beni çok fazla iş kadınının arasında, çok uzun süre kaldım.. aklımı kaçırmak gibi bir concern oluştu bende.. lan, concern! allah'ım aklıma mukayet ol..

bildiğiniz gibi insanoğlu dört ana türe ayrılır.. erkekler, kadınlar, bülent uygun ve iş kadınları.. bu dört türü en öne çıkan özellikleriyle özetlersek, erkekler yılışır, kadınlar küser, bülent uygun yedek kulübesi tekmeler, iş kadınları da mailing yapar.. mailing, iş kadınlarının hayatlarında olmazsa olmazlardan biridir.. mailing, bir şirketin can damarıdır.. mailing yapmak, adeta artık bir statü göstergesidir.. çok yaşa mailing! çok yaşa mailing! çok yaşa mailing!

peki nedir bu mailing? (ben geceleri star haber spikeri oluyorum) mailing, bazı şeylere meyilli olmaktır hıh hıh hıh.. (gündüzleri de hakan şükür'üm)

mailing dedikleri olay karşılıklı e-mail atmak işte.. gerçekten bir proje organizasyonundaki koordinasyon varyasyonları için (iş dünyasında kullandığınız sonu ''-syon''la biten kelime sayınız, sizin kariyer basamaklarınızı doğrudan etkileyebilir..) gayet önemli olabilir hakkaten.. ama bu iş kadınları olayın çükünü çıkartıyorlar..

- ateşciğim şu uzman verilerini halletin mi?
+ akşama hazır olur..
- ok bir mailingle bu durumu bildirir misin bana?

bacım problemli misin? ''akşama hazır olur''un nesini anlamadın da microsoft outlook'tan medet umuyorsun? bu üç kelimeyi sana mail olarak atınca ne olacak? aynı odadayız laan! arkamda oturuyorsun? sen ne model bir manyaksın?

bi de bi cc'ye koyma olayı var ona ayrı bitiyorum.. attığın maili başkasına da göstermeye yarıyor..

- nilgün hanımı da koyarsa siiisiiiye..
+ ya gelince ben söylerdim ona akşam hazır olur diye..
- olsun sen koy.. mailing önemli.. mailing yapmalıyım.. mail aaat.. mailing yaaap.. siisiii..
+ hande iyi misin?
- deeeaddliiineeee.. conceeeeerrnn.. maiiliiiingg.. muuusstt.. doo... maiilinngg..
+ allah'ım senin rızanla bugünlere geldim, senin rızkını yedim.. (bir dua bile bilmeyen bir deist'in korku anındaki çırpınışlarına tanık olun.. iftar açma saatinde tv'de denk geldiği metinleri tekrarlıyor..)

lan acayip karı çay isteyip istemediğimi bile mailing'le öğrenme peşinde.. ne mailmiş arkadaş..

bakın yalvarıyorum destek gönderin.. çok fazla iş kadını var burada.. ve giderek huzursuzlanmaya başlıyorlar.. demin şöyle bir diyalog duydum:

- gülten bu projenin deadline'ı eylül 10.. eylüle kadar yazılım team'iyle entegre bir şekilde gitmemiz must yani..
+ tamam nilgün hanım ben gerekli mailing'leri yaparım..
- cc'ye beni de koy..
+ koymazsam adam değilim zaten..

deprem yaklaşıyor olabilir..

tipik kalitesiz türk topçusu hareketleri

bu yazıyı yazarken aklımda hep antalyasporlu sedat vardı lan.. normalde pis sakallı bir ön liberoyu aklımın her köşesinden uzak tutmaya çalışırım ama bu belirlediğim konsepte cuk oturuyor bu herif.. onun için demek istediğimi anlamayanlar olursa sedat ağçay'la ilgili görüntüleri izlemek için gitsin youtube'a, mahkeme emri ile karşılaşsın, ''hay amını skim doğru yaa..'' desin, ''yıl kaç oldu hala internet kapatılıyor yeaa..'' diyerek de kafasından 3 saniye sürecek yavandan bir özgürlük mücadelesi başlatsın, sonra proxy ayarlarını mı değiştiriyoduk n'apıyoduk onla uğraşsın, yarı yolda ''skiyim lan deli miyim neyim allah'ın antalyasporlu sedat'ını izleyip n'apıcam, gidiyim de şu beni uğraştıran herife eksi vereyim en iyisi..'' diyip bana eksi vermesin kafanızı kırarım eşşeoğlueşşekler.. şurda bişi anlatıyoruz..

bu bahsettiğim stereotipteki adamlar kariyerlerinin zirvesindeki sezonun ara transfer döneminde trabzonspor'un ilgilenip, 2 günde vazgeçtiği, en büyük sükselerini de takımlarının 7. olup avrupa kupalarına katılmayı kıl payı kaçırmasına yardımcı oldukları zamanlar yapan heriflerdir.. turkcell süper lig standartlarına göre 'vasat' addedilirler ama kendilerinin aslında keşfedilememiş birer yıldız olduklarına inançları tamdır.. davranışlarını da bu bilinçsizlik şekillendirir.. nelerdir bu davranışlar, şunlardır:

- karşı takımın en ünlü oyuncusuna ilk şansın olduğunda diklen.. böylece o da sana karşılık verirse kameralar nezdinde 'eşit' görülebilirsiniz belli bir süre.. maçtan sonra da o oyuncu için ''o pozisyonda semih abi küfretti bana.. ben sakindim ancak sonrasında muhammet abi, coşkun abi, dev twigy terliği ve harry abi de üzerime gelince dayanamadım.. özellikle adebayor abi'ye hiç yakıştıramadım sonuçta hepimiz bu işten ekmek yiyoruz..'' felan tarzı bişiler söyle.. (manchester city'le de nerden oynadıysa lavuk)

- futbol geri zekalısı ol.. bu bir davranış biçimi değil ama hepsinde fiks.. daha ikinci dakkadan çift dal rakibe alakasız pozisyonda.. sarıyı gör, 4 dakka sonra da elle topu kes.. hakemlerimiz de aşağı yukarı senin kalitende olduğu için paçayı kurtar bu seferlik ama 12 dakka sonra gidip santranın oralarda rakibe verilen bir taç için hakemi dövercesine itiraz et.. 2. sarıdan siktir olup atılınca hakem sanki steps çalmış gibi şaşır, hayatının en büyük haksızlığına uğramış gibi tepin.. kendine eş arayan erkek bir babun gibi hoplayıp zıpla hakemin çevresinde..

- her şeye itiraz et.. ama her şeye.. para atışında bile hakemi eyyamcılıkla suçla, inanılmaz şaşırmış gibi kahkahalar at, hakemi alkışla.. en az senin kadar kalitesiz teknik kadro ve yöneticilerinin vizyonsuzluğuna hizmeten 'hakemi etki altına almaya' uğraş, başka da bir sikime yaramayacağını bilinçaltı düzeyinde de olsa bil..

- karşı takımda biraz göze hoş gelen top oynayan adamı, seni geçer geçmez için zerre acımadan biç.. ama sağlam dal ki bileğe bir daha seni böyle rezil etmesin.. sonra utanmadan sana sadece sarı kart veren hakeme, yine utanmadan şaşır (bakınız: madde 2 ve 3), hatta ve hatta yerde hayatı gözleri önünden bir film şeridi gibi geçmekte olan meslektaşını zorla kaldırmaya çalış, onu bir sürü 'sen'den oluşan tribünlerine 'az kaldı ayağı kırılacak bir mağdur' olarak değil de ''hemeeeğmizi çalıyoo bu puştlar yerde yataraaak'' olarak yansıt..

- ince hinlikler kovala.. futbolun oyun kuralları içinde yapılabilecek her türlü ibneliği yapmaya gayret göster, hakem bakmıyorken rakibe tükür, onu formasından çek, hakem bakıyorken rakibin en ufak müdahalesinde yüzünü tutup yerde yuvarlan, sniper kurşunu yemiş amerikan başkanı gibi.. bu yaptıklarını 'profesyonellik' olarak gör, en zeki sensin ne de olsa.. en profesyonel de sen ol..

- ince hinlikler kovalamana rağmen, bunları yapmayı aslında becereme.. çoğu seferinde hakeme yakalan, sarıyı yiyince yine hakemler etrafındaki kabile dansı ritüelini yapmaya başla.. ne (misal roberto carlos gibi) futbolun içindeki ince boşlukları sonuna kadar kullanan kurnaz (ama yine de sempatik) bir adam olabil, ne de (misal dennis bergkamp gibi) asaletinden hiç ödün vermeyerek sadece oyununu oynamaya çalışan bir sporcu.. sonra da neden yabancılara ödenen paralar sana verilmiyor diye bağır çağır..

- takım olarak zaman geçirmeniz gerekiyorsa mutlaka thierry henry'den zamanında gördüğün, 'korner direğinin yanında vücudunu kullanarak top saklama tekniği'ni uygulamaya çalış.. 3. saniyede topu kaptırıp takımına kontra yedir..

- surlara doğru değil de yanlışlıkla donanmana doğru ateşle topu, utanmadan da padişaha itiraz et pozisyonla ilgili, kelleni uçurt.. (dayanamadım.. edit de bu saçmalık için ha..)

- soyunma odasında huzursuzluk çıkar.. bunu mutlaka yapman gerekiyor.. yoksa atarlar seni 'kalitesiz türk topçusu' sendikasından.. katı bu konuda kurallar..

- kariyerinin bir döneminde mutlaka kalecinin önde olduğunu görüp defanstan rakip kaleye top aşır..

- maçlarda en çok senin hakkında ''görev bölgesine dönüyor'' denilsin..

- çok hata yaparsan 1 dakika boyunca dravdan hücum pres yap, seyirciler gayretini görüp alkışlasınlar diye.. bu sekansın sonunda mutlaka sana yardıma gelmeyen arkadaşlarına el kol yapmalısın..

- 3 maçın ikisinin sonunda televizyonlara ''hakemler hakkında hiç konuşmuyoruz takım olarak biz..''le başlayan, ''..yeter ama bu takımın emeğine.. bakın biz 3 aydır paramızı alamıyoruz ama canımızı dişimize takarak oynuyoruz.. ayıptır, büyük takımların böyle şeylere ihtiyacı yok.. orada van nistelrooy abi'ye de dedim..''le biten bir hakem mızmızlanması yap..

- 3. lig'de tamamladığın kariyerinin sonunda mutlaka teknik direktör ol.. aynı mantaliteyi sürdür, hatta öğrencilerine de empoze et.. senden kurtulamasın türk futbolu..

gerçekten ülkemizde yabancılara verilen şanslar türklere verilse çok daha değişik yerlerde olabilirdik.. kafadan 2 dünya kupamız vardı zaten de.. bence takımlarımızdan biri copa libertadores'i bile kaldırabilirdi.. işte ama verilmiyor bu şanslar..

kıyamet koparken uzayda mahsur kalan astronot

- apollo 13 ten merkeze. apollo 13 ten merkeze. merkez yerkürede tanımlayamadığım hareketler var. neler oluyor?
+ apollo 13... dünyanın ve insanoğlunun sonu geliyor. gezegenimiz yok oluyor. insanoğlu ırkını devam ettirebilcek sadece sizler kalıyorsunuz. mürettebat olarak yeni bir gezegen bulun ve orada çoğalın apollo 13...
- merkez..ulen ibne merkez. mürettebat dediğin bi ben bide bu şempanze.. bununlamı devam ettiricem ben ırkı..
+ apollo 13.. sana verse verse anca o maymun verir...puhahahahaaaa....
- merkez; inşallah yerin cehennem olur merkez.. geber ibne merkez..

maç izlerken düşünülen soruyu cevaplayan spiker

- alo, alo sibel! yanında erkek mi var senin? erkek sesi geliyor arkadan. kim o!
spiker: ..erkan..
- ne yapıyor orda?
spiker: erkan araya giriyor.
- noluyo lan? erkan kim?
spiker: sezon başında borusya monşungladbah'dan gelen futbolcu ikili mücadeleyi ısrarla sürdürüyor..
- sibel delirtme beni! noluyo lan orda!
spiker: erkan yerde yatıyor..
- oha!
spiker: siyah beyazlı oyuncular orta alanda üçlü bir grup oluşturdu, top çeviriyorlar.
- laaaan! grup mu yapıyorsunuz lan! kaç kişi var orda? sibeeeeel!
spiker: beşiktaş maça 10 kişiyle devam ediyor
- 10 muuuu!
spiker: evet, 10 kişiyle mücadele eden takım yüklenmeye devam ediyor.
- yükleniyor mu?
spiker: 10 kişiyle yükleniyorlar.
- anam!
spiker: şimdi geri çekildiler
- sibel nerdesin lan! yerini söyle çabuk! allahsız! ühüüü
spiker: dolmabahçe'de muhteşem bir atmosfer..
- bekle sen geliyorum domabahçe'ye! gösteririm ben sana muhteşem atmosferi! alayınızı doğrıycam lan! yapılır mı bu bana!

sahne adı gibi bir isme sahip olmak

hayata 1-0 yenik başlamaktır gibi klişe bir tabir kullanmayacağım bu durumu tanımlamak için.. daha çok, şöyle anlatayım, fenerbahçe 4-0 gerideyken dakika 85'te oyuna giren semih şentürk olmaktır.. takımını kurtarman beklenir senden.. başarılı olman imkansızdır ama yine de bekleyen bekler..
neyse ki semih'in isminde bir falso yok.. benim ismim ateş..
hahahaha evet travesti ismi gibi hahahaha evet evet etiler'de sahnem var bu gece.. gülün gülebildiğiniz kadar pis herifler.. ben her türlü tepkiye idmanlıyım cürrüm kadar yaralayamaz beni seviyesiz şakalarınız.. ama yine de hiddetleniyorum arada.. ana adı normal, baba adı normal, bu ikisi sevişmiş sonra da demişler ki ''öyle bir isim koyalım ki bu çocuğa zorluklarla başedebilmeyi küçük yaşta öğrensin, donanımlı bir birey olsun.. eğer başaramazsa da sinir harbi geçirip intihar etsin yenisini yaparız teheey..''

başardım başarmasına ama çektiğim zorlukların tecrübeleri baki kaldı..
ilkokul düzeyinde adımı belirtince aldığım tek tepki antipatik popçu çelik'in 'ateşteyim ateşte ateşte' dizelerine sonuna bir de 'hehehe' eklenmiş versiyonu oluyordu.. sorun çıkmıyordu, yumruk atıyordum geçiyordum..
ortaokulda ise devir değişti, e tabi çelik de değişti.. artık hakan peker, sevenler ve amına koyduğum arkadaşlarım için söylüyordu: ''ateşini yol-la bağğnaa dam dam-dam dam-dam damm!'' yumruk stratejisine devam ettim..
lise zamanları ise daha cinsel içerikli espriler, efendime söyliyeyim ''ateşe odunu soktun mu?''lar falan başgöstermeye başladı.. artık cümlenin sonuna eklenen gülme efekti de ''hohohohoho amına goyyuum..'' a kaymıştı.. ayrıca yumruğa karşılık da geliyordu.. zor zamanlardı..
üniversite sürecinde ise fast food sektörü ağzıma sıçtı.. ilk önce mc donald's (ki kendilerinin gelmişini geçmişini sikeyim) 'ateştopu' adında leziz patates parçaları çıkardı.. ateştopu.. isim bu.. işin kötüsü patatesler de nefisti, ama gidip alamıyorum ki! ne zaman sipariş verecek olsam çakal bir arkadaş elinde kayıt cihazıyla yanımda beliriyor.. ben de kasiyerlere yumruk atmaya başladım, şaşkınbakkal mc donald's'dan ömür boyu men edildim..
sonra burger king, yeni reklam atağı çerçevesinde şu sloganı benliğine uygun gördü: ''ve insanoğlu ateşle yapılabilecek en zevkli şeyi keşfetti..'' ne diyebilirsin ki buna? sen istediğin kadar hazırcevap ol, en sümsük herif bile sıkıştığı zaman ''sen sen sus la burger king bile ne mal olduğunu anladı..'' diyor, üstüne çıkıyor.. indir indirebilirsen ibneyi..
koskoca kurumsal firmalar bir olmuş taşak geçiyor benle.. yakında pizza hut'tan ''hop hop ateş top ateş'' menümüzü denediniz mi?, ya da starbucks'tan ''dötveren ateş, kahvede yeni bir soluk'' gibi kampanyalar bekliyorum..
en olmadı pimapen ''ateş camdan atladı, taşakları patladı, eğer ki pimapeni olsaydı kalırdı hala taşaklı..'' der.. tutar da ha..

zordur böyle iddialı bir isim sahibi olmak, içini doldurmak gerekir.. ben de oğlum olursa sırf piçliğine melis koyacağım adını.. uğraşsın dursun köfte..